Çalışma Saatini Kim Buldu? – İnsan Zamanının Köleleştirilmesi Üzerine Bir Tartışma
Selam forumdaşlar,
Bugün gerçekten sinirimi bozan bir konuyu açmak istiyorum. Çünkü hepimiz sabahları alarm sesiyle uyanıp, kahvemizi yarı uykulu içerken, birilerinin yüz yıl önce çizdiği bir “çalışma saati” çizelgesine göre yaşıyoruz. Şimdi soruyorum: Çalışma saatini kim buldu? Ve daha önemlisi, bu fikir neden hâlâ kutsal bir yasa gibi uygulanıyor?
Hadi dürüst olalım. Sekiz saat çalış, sekiz saat uyu, sekiz saat kendine ayır… Güzel bir matematik formülü gibi, değil mi? Ama bu formülü kim yazdı? 19. yüzyıl sanayi devriminin gölgesinde, makinelerin ritmine ayak uydurmak için “insanı” makineye çevirmeye karar veren fabrika sahipleri. Yani, çalışma saati dediğimiz şey aslında insan emeğini disipline etmek için icat edilmiş bir yönetim aracıdır. Bu kadar basit.
---
Zamanın Sahibi Kimdir?
Bir düşünün, neden zaman bizden çalınıyor da biz buna rıza gösteriyoruz?
İnsan kendi zamanını yönetecek kadar bilinçli bir varlık değil mi? Yoksa biz hâlâ üretim çarkının içinde sıkışmış “modern köleler” miyiz?
Erkekler genellikle bu konuyu stratejik bir bakışla ele alır: “Sistemi değiştirmek zor, o yüzden optimize edelim.” Derler ki, “çalışma saatlerini azaltmak yerine verimliliği artırmalıyız.” Bu argüman kulağa mantıklı geliyor, ama aslında sistemin varlığını sorgulamak yerine onu daha da pekiştiriyor. Kadınlar ise çoğu zaman daha insani, empatik bir noktadan yaklaşır: “Zaman sadece üretim için değil, bakım, duygu, aile ve kendini bulma için de var.” İşte tam burada denge bozuluyor. Çünkü sistem, “duygu”ya değer vermiyor. Sadece “verimliliğe” bakıyor.
Peki forumdaşlar, biz ne zaman insanı merkeze alan bir zaman anlayışına geçeceğiz?
---
Sekiz Saatlik Masalın Arkasındaki Gerçek
Sekiz saatlik çalışma sistemini yaygınlaştıran isimlerden biri, 19. yüzyılın sonunda işçi hareketleriyle öne çıkan Robert Owen idi. “Sekiz saat çalışma, sekiz saat dinlenme, sekiz saat uyku” sloganı o dönemde devrimci bir çağrıydı. Ancak unutmayalım ki, o dönem insanlar 14-16 saat çalışıyordu!
Yani, o “devrimci slogan” aslında bir kölelikten yarı-köleliğe geçişti. Bugün hâlâ aynı zinciri daha parlak bir ambalajla taşıyoruz. Ofisler, open space’ler, dijital toplantılar, “esnek mesai” adı altında kılıfına uydurulmuş 24 saatlik ulaşılabilirlik…
Gerçek şu: Biz hâlâ zamanın sahibi değiliz.
Telefonlarımız, e-postalarımız, takvimlerimiz… Her şey bize zamanı nasıl “kullanmamız gerektiğini” söylüyor. Biz de buna “modernlik” diyoruz.
---
Kadınlar ve Erkekler: Zamanın İki Yüzü
Bu tartışmayı toplumsal cinsiyet açısından da düşünelim. Erkekler tarih boyunca zamanı daha çok “üretim” ve “başarı” üzerinden tanımlamışken, kadınlar “ilişki”, “bakım” ve “denge” üzerinden yaşamışlardır. Erkek zihni, problemi çözmeye; kadın zihni, bağlantı kurmaya odaklıdır.
Ama sistem hangisini ödüllendiriyor?
Tabii ki problemi çözmeyi. Çünkü kapitalist sistem “bakım”ı değil, “çözüm üretmeyi” paraya çevirir. Bu yüzden evde çocuğa bakan kadının zamanı “boşa geçmiş” sayılır, ama bilgisayar başında kod yazan erkeğin zamanı “verimli”dir.
Oysa ikisi de insanlığın devamı için gereklidir.
Peki biz ne yapıyoruz? İnsanî olanı ölçülemeyen bir değer olarak görüp yok sayıyoruz.
Forumdaşlar, sizce bu adil mi?
Zamanın değeri sadece maaş bordrosuyla mı ölçülmeli?
---
Esnek Çalışma = Esnek Kölelik mi?
Pandemiyle birlikte hayatımıza giren “esnek çalışma” kavramı başta özgürlük gibi geldi. Evden çalışmak, istediğin saatte iş yapmak kulağa harika geliyordu.
Ama zamanla fark ettik ki, iş artık evimize kadar girmişti.
Mesai bitince kapatılan ofis kapısı yoktu, patronun “sadece bir mail atacağım” mesajı vardı.
Yani “esnek” dedikleri şey, sınırların tamamen ortadan kalkmasıydı.
Bir erkek çalışan buna “verimlilik fırsatı” derken, birçok kadın çalışan için bu model “sürekli erişilebilir olma baskısı” anlamına geldi. Evde çocuk, işte patron, telefonda müşteri…
Zaman artık “kişisel” değil, herkesin paylaştığı bir savaş alanı haline geldi.
---
Yeni Bir Zaman Ahlakı Mümkün mü?
Belki de asıl soru şu: Zamanı kim yönetmeli?
Devlet mi, şirketler mi, yoksa biz bireyler mi?
Zamanı “ekonomik verimlilik” üzerinden değil, “insanî bütünlük” üzerinden tanımlayan yeni bir ahlak geliştirebilir miyiz?
Erkeklerin stratejik aklıyla kadınların empatik bilincini birleştiren bir zaman felsefesi mümkün.
Bir taraf plan yapar, diğer taraf anlam katar.
Bir taraf hedef koyar, diğer taraf insana dokunur.
İşte belki o zaman, zaman gerçekten “bizim” olur.
---
Son Söz: Zamanın Efendisi Kim Olacak?
Forumdaşlar, hadi tartışalım:
Gerçek özgürlük, kendi zamanını yönetebilmek değil mi?
Bir sistem seni 8 saat çalışmaya, 2 saat trafikte harcamaya, 1 saat yemek yapmaya zorluyorsa — senin yaşamın kimin kontrolünde?
Bugün, “çalışma saati” kavramını yeniden düşünmenin zamanı.
Belki de insanlık olarak en büyük yanılgımız, zamanı ölçülebilir bir şey sanmamızdı.
Oysa zaman, hissedilen bir şeydir.
Ve biz onu fabrikada, ofiste, ekran başında değil; kendimizi var hissettiğimiz anlarda yaşarız.
Şimdi top sizde forumdaşlar:
Sizce zamanı yeniden icat etmenin vakti gelmedi mi?
Yoksa bu düzeni sorgulamak bile bir “iş” mi sayılıyor artık?
Selam forumdaşlar,
Bugün gerçekten sinirimi bozan bir konuyu açmak istiyorum. Çünkü hepimiz sabahları alarm sesiyle uyanıp, kahvemizi yarı uykulu içerken, birilerinin yüz yıl önce çizdiği bir “çalışma saati” çizelgesine göre yaşıyoruz. Şimdi soruyorum: Çalışma saatini kim buldu? Ve daha önemlisi, bu fikir neden hâlâ kutsal bir yasa gibi uygulanıyor?
Hadi dürüst olalım. Sekiz saat çalış, sekiz saat uyu, sekiz saat kendine ayır… Güzel bir matematik formülü gibi, değil mi? Ama bu formülü kim yazdı? 19. yüzyıl sanayi devriminin gölgesinde, makinelerin ritmine ayak uydurmak için “insanı” makineye çevirmeye karar veren fabrika sahipleri. Yani, çalışma saati dediğimiz şey aslında insan emeğini disipline etmek için icat edilmiş bir yönetim aracıdır. Bu kadar basit.
---
Zamanın Sahibi Kimdir?
Bir düşünün, neden zaman bizden çalınıyor da biz buna rıza gösteriyoruz?
İnsan kendi zamanını yönetecek kadar bilinçli bir varlık değil mi? Yoksa biz hâlâ üretim çarkının içinde sıkışmış “modern köleler” miyiz?
Erkekler genellikle bu konuyu stratejik bir bakışla ele alır: “Sistemi değiştirmek zor, o yüzden optimize edelim.” Derler ki, “çalışma saatlerini azaltmak yerine verimliliği artırmalıyız.” Bu argüman kulağa mantıklı geliyor, ama aslında sistemin varlığını sorgulamak yerine onu daha da pekiştiriyor. Kadınlar ise çoğu zaman daha insani, empatik bir noktadan yaklaşır: “Zaman sadece üretim için değil, bakım, duygu, aile ve kendini bulma için de var.” İşte tam burada denge bozuluyor. Çünkü sistem, “duygu”ya değer vermiyor. Sadece “verimliliğe” bakıyor.
Peki forumdaşlar, biz ne zaman insanı merkeze alan bir zaman anlayışına geçeceğiz?
---
Sekiz Saatlik Masalın Arkasındaki Gerçek
Sekiz saatlik çalışma sistemini yaygınlaştıran isimlerden biri, 19. yüzyılın sonunda işçi hareketleriyle öne çıkan Robert Owen idi. “Sekiz saat çalışma, sekiz saat dinlenme, sekiz saat uyku” sloganı o dönemde devrimci bir çağrıydı. Ancak unutmayalım ki, o dönem insanlar 14-16 saat çalışıyordu!
Yani, o “devrimci slogan” aslında bir kölelikten yarı-köleliğe geçişti. Bugün hâlâ aynı zinciri daha parlak bir ambalajla taşıyoruz. Ofisler, open space’ler, dijital toplantılar, “esnek mesai” adı altında kılıfına uydurulmuş 24 saatlik ulaşılabilirlik…
Gerçek şu: Biz hâlâ zamanın sahibi değiliz.
Telefonlarımız, e-postalarımız, takvimlerimiz… Her şey bize zamanı nasıl “kullanmamız gerektiğini” söylüyor. Biz de buna “modernlik” diyoruz.
---
Kadınlar ve Erkekler: Zamanın İki Yüzü
Bu tartışmayı toplumsal cinsiyet açısından da düşünelim. Erkekler tarih boyunca zamanı daha çok “üretim” ve “başarı” üzerinden tanımlamışken, kadınlar “ilişki”, “bakım” ve “denge” üzerinden yaşamışlardır. Erkek zihni, problemi çözmeye; kadın zihni, bağlantı kurmaya odaklıdır.
Ama sistem hangisini ödüllendiriyor?
Tabii ki problemi çözmeyi. Çünkü kapitalist sistem “bakım”ı değil, “çözüm üretmeyi” paraya çevirir. Bu yüzden evde çocuğa bakan kadının zamanı “boşa geçmiş” sayılır, ama bilgisayar başında kod yazan erkeğin zamanı “verimli”dir.
Oysa ikisi de insanlığın devamı için gereklidir.
Peki biz ne yapıyoruz? İnsanî olanı ölçülemeyen bir değer olarak görüp yok sayıyoruz.
Forumdaşlar, sizce bu adil mi?
Zamanın değeri sadece maaş bordrosuyla mı ölçülmeli?
---
Esnek Çalışma = Esnek Kölelik mi?
Pandemiyle birlikte hayatımıza giren “esnek çalışma” kavramı başta özgürlük gibi geldi. Evden çalışmak, istediğin saatte iş yapmak kulağa harika geliyordu.
Ama zamanla fark ettik ki, iş artık evimize kadar girmişti.
Mesai bitince kapatılan ofis kapısı yoktu, patronun “sadece bir mail atacağım” mesajı vardı.
Yani “esnek” dedikleri şey, sınırların tamamen ortadan kalkmasıydı.
Bir erkek çalışan buna “verimlilik fırsatı” derken, birçok kadın çalışan için bu model “sürekli erişilebilir olma baskısı” anlamına geldi. Evde çocuk, işte patron, telefonda müşteri…
Zaman artık “kişisel” değil, herkesin paylaştığı bir savaş alanı haline geldi.
---
Yeni Bir Zaman Ahlakı Mümkün mü?
Belki de asıl soru şu: Zamanı kim yönetmeli?
Devlet mi, şirketler mi, yoksa biz bireyler mi?
Zamanı “ekonomik verimlilik” üzerinden değil, “insanî bütünlük” üzerinden tanımlayan yeni bir ahlak geliştirebilir miyiz?
Erkeklerin stratejik aklıyla kadınların empatik bilincini birleştiren bir zaman felsefesi mümkün.
Bir taraf plan yapar, diğer taraf anlam katar.
Bir taraf hedef koyar, diğer taraf insana dokunur.
İşte belki o zaman, zaman gerçekten “bizim” olur.
---
Son Söz: Zamanın Efendisi Kim Olacak?
Forumdaşlar, hadi tartışalım:
Gerçek özgürlük, kendi zamanını yönetebilmek değil mi?
Bir sistem seni 8 saat çalışmaya, 2 saat trafikte harcamaya, 1 saat yemek yapmaya zorluyorsa — senin yaşamın kimin kontrolünde?
Bugün, “çalışma saati” kavramını yeniden düşünmenin zamanı.
Belki de insanlık olarak en büyük yanılgımız, zamanı ölçülebilir bir şey sanmamızdı.
Oysa zaman, hissedilen bir şeydir.
Ve biz onu fabrikada, ofiste, ekran başında değil; kendimizi var hissettiğimiz anlarda yaşarız.
Şimdi top sizde forumdaşlar:
Sizce zamanı yeniden icat etmenin vakti gelmedi mi?
Yoksa bu düzeni sorgulamak bile bir “iş” mi sayılıyor artık?