Hammurabi kanunlarının amacı nedir ?

Defne

New member
Hammurabi Kanunlarının Amacı: Adalet mi, İktidarın Meşrulaştırılması mı?

Hammurabi Kanunlarıyla ilk kez lise yıllarımda karşılaştığımda “Ne kadar adil bir sistemmiş!” diye düşünmüştüm. “Göze göz, dişe diş” ilkesi bana o zamanlar sarsıcı bir dürüstlük gibi görünmüştü. Ancak yaş aldıkça ve tarihsel bağlamı daha derinlemesine inceledikçe, bu kanunların sadece adaleti değil, aynı zamanda düzeni ve iktidarın sürekliliğini korumayı hedeflediğini fark ettim. Bugün bu konuya hem bir meraklı gözlemci hem de insan davranışlarını anlamaya çalışan biri olarak eleştirel bir bakışla yaklaşmak istiyorum.

---

Bir Medeniyetin Aynası: Hammurabi Kanunlarının Tarihsel Bağlamı

M.Ö. 18. yüzyılda Babil Kralı Hammurabi tarafından oluşturulan bu kanunlar, tarihin ilk yazılı hukuk sistemlerinden biridir. Yaklaşık 282 madde içeren taş stel, “adaletin tesis edilmesi” ve “zayıfın güçlüye karşı korunması” gibi yüksek ideallerle sunulmuştu.

Ancak tarihçi Marc Van De Mieroop’un (Columbia University, 2005) belirttiği gibi, bu kanunların asıl amacı uygulama rehberi olmaktan çok, kralın meşruiyetini simgelemesiydi. Yani kanunlar, adalet dağıtan bir kral imajı yaratıyor; ama pratikte toplumsal sınıf farklarını da pekiştiriyordu.

Örneğin, bir asilzadenin gözü çıkarıldığında failin gözü çıkarılırken, aynı eylem bir köleye karşı işlendiğinde yalnızca tazminat ödeniyordu. Bu durum, o dönemin “adalet” anlayışının eşitlikten ziyade sınıfsal düzenin korunmasına dayandığını gösteriyor.

---

Adaletin Görünen ve Görünmeyen Yüzü

Adalet kavramı, her çağda gücü elinde bulunduranın gözünden tanımlanmıştır. Hammurabi Kanunları da bu anlamda bir istisna değil. Kanunların taş üzerine kazınarak tapınaklara dikilmesi, halkın “ilahi adalet” fikrine inanmasını sağlıyordu.

Kadın hakları açısından bakıldığında ise durum karmaşık. Kanunlarda kadınlara miras hakkı tanınması, dul kadınların korunması gibi ilerici sayılabilecek maddeler bulunurken, zina ya da itaatsizlik gibi konularda sert cezalar uygulanıyordu. Bu çelişki, kadınların toplumdaki konumunun dönemin dini ve ekonomik yapısıyla sınırlandırıldığını gösteriyor.

Burada kadınların empatik ve ilişkisel bakışını düşündüğümde, bu sistemin adaleti bir denge unsuru olarak değil, itaat aracı olarak kullandığını fark ediyorum. Oysa birçok kadın tarihçi –örneğin Gerda Lerner– bu dönemi “erkek otoritesinin ilahi hukuk kisvesi altında güç kazandığı bir çağ” olarak yorumluyor.

Erkeklerin stratejik bakış açısıyla değerlendirildiğinde ise Hammurabi Kanunları, toplumda düzeni sağlamak için etkili bir araç haline geliyor. İsyan riskini azaltan, ekonomik işlemleri standartlaştıran ve bireysel intikamı önleyen bir sistem oluşturuyor. Bu yönüyle, krallığın uzun ömürlü olmasında kuşkusuz önemli bir rol oynadı.

---

Ceza mı, Caydırıcılık mı? Adaletin İşlevsel Yönü

Günümüz hukukçularının sıkça tartıştığı bir konu, cezaların amacının “intikam” mı yoksa “caydırıcılık” mı olduğudur. Hammurabi döneminde cezaların doğrudan, hızlı ve göze görünür biçimde uygulanması, toplumsal kontrol açısından son derece stratejikti.

Modern kriminoloji araştırmaları (örneğin Oxford Kriminoloji Raporu, 2021) caydırıcılığın yalnızca cezanın ağırlığıyla değil, adalete duyulan güvenle ilişkili olduğunu gösteriyor. Hammurabi sisteminde ise halkın güveni, kralın “tanrılardan aldığı adalet yetkisine” dayanıyordu. Bu, adaletin toplumsal değil, dikey bir sistem olduğunu kanıtlıyor: Tanrı → Kral → Halk.

Bugün baktığımızda, benzer bir modelin bazı otoriter rejimlerde hâlâ varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Bu da soruyu doğuruyor: Gerçek adalet, korkuyla mı, yoksa bilinçle mi sağlanır?

---

Toplumsal Düzenin Bedeli: İtaat Üzerinden Barış

Kanunların bir diğer işlevi, toplumun “barış içinde” yaşamasını sağlamaktı. Ancak bu barış, eşitlikten değil, itaatten doğuyordu. Halk, cezalandırılma korkusuyla düzeni koruyordu.

Antropolog Jack Goody’nin (Cambridge, 1977) analizine göre, erken devletlerde hukuk sistemleri genellikle “ahlaki kontrol” aracıydı. Hammurabi Kanunları da ahlaki bir rehberden çok, politik bir strateji olarak işlev gördü.

Bu noktada erkeklerin çözüm odaklı düşünme biçimiyle kadınların ilişkisel duyarlılığını birlikte ele almak gerekiyor. Bir erkek gözünden bakıldığında bu sistemin güçlü bir organizasyon örneği olduğu söylenebilir; kadın bakış açısıyla ise bireyin sesi, toplumsal bütünlük uğruna bastırılmıştır.

Sizce adalet, bireysel özgürlükten ödün verildiğinde hâlâ adalet sayılabilir mi?

---

Modern Hukukla Karşılaştırma: Ne Öğrendik, Ne Unuttuk?

Bugün, evrensel hukuk ilkeleri insan haklarını merkeze koyuyor. Ancak ironik biçimde, birçok modern hukuk sistemi hâlâ “görünmeyen sınıflar” yaratıyor. Ekonomik durumu güçlü olanların daha hafif cezalarla kurtulduğu, zayıfın ise daha ağır bedeller ödediği örnekler günümüzde de var.

Bu durum, Hammurabi Kanunlarının gölgesinin tamamen silinmediğini gösteriyor. Adalet kavramı tarih boyunca değişse de, iktidar ve çıkar ilişkileri her dönemde varlığını sürdürüyor.

---

Sonuç: Hammurabi Kanunlarının Amacı Ne Olursa Olsun, Etkisi Kalıcı

Hammurabi Kanunlarının temel amacı, yüzeyde “adaleti sağlamak” olsa da derinlerde “iktidarın devamlılığını meşrulaştırmak”tı. Toplumsal düzen, bireyin eşitliği pahasına kurulmuştu.

Yine de bu sistem, insanlığın hukuk bilincinin ilk taşlarını döşedi. Bugün hukukun vicdanla, etikle ve eşitlikle birleşmesi gerektiğini konuşabiliyorsak, o taş stellerin payı yadsınamaz.

Peki sizce modern dünyada, gerçekten herkes için eşit bir adalet sistemi mümkün mü?

Yoksa biz de farkında olmadan, yeni çağın “Hammurabilerini” mi yaratıyoruz?

Adaletin geçmişten bugüne süren bu yolculuğu, hepimizi hem birey hem toplum olarak yeniden düşünmeye davet ediyor.